Baharın en sıcak, en taze havası ile karşıladı bizi Lizbon. Hayalini kurduğum, fotoğraflarında, videolarında, haritalarda izlediğim Lizbon sokakları karşımdaydı.
İlk önce Belem bölgesini gezdik. 25 Nisan köprüsü (Ponte 25 de Abril), Unesco Dünya Mirası listesindeki keşifler anısına yapılmış olan Kaşifler Anıtı (Padrão dos Descobrimentos) , şehrin sembollerinden Belem kulesi (Torre de Belem), Tejo nehri kıyısında ziyaretçilerini bekliyordu..
Sırada Jeranimos manastırı vardı. Unesco Dünya Mirası listesinde olan bu görkemli yapıya hayran kalmamak mümkün değil. İçerisinde Avrupa'nın en başarılı kaşifi Vasco da Gama nın anıt mezarı da bulunmakta.
Belem semtine gelmişken meşhur Belem Pastanesine (Pastéis de Belém) uğramamak olmazdı. Meşhur tatlı Nata (pasteis de nata) kesnlikle çok nefis. Güzel bir kahve ile birkaç tane yemeden pastaneden ayrılmadık.
Ertesi gün benim en çok sevdiğim müze gezilerine başladık. Museu Calouste Gulbenkian bir vakıf müzesi. İstanbul doğumlu bir iş adamı olan Calouste Gulbenkian
bu müzeyi ilk önce İstanbul'da kurmak istemesine rağmen başarılı sonuç alamayıp Lizbon'a dönmüş. Kişisel sanat eserleri bu etkileyici müzede sergileniyor.
Benim çok etkilendiğim diğer bir müze de Museu Nacional dos Coches yani Tarihi At Arabaları Müzesi. Müzenin içinde Külkedisi gibi dolaştım. Bütün arabalar balkabağına dönüşecek gibi duruyorlardı.
Lizbon, meşhur tarihi asansörü Santa Justa, Se Katedrali, Baixa ,Alfama semtleri ve manzarasına doyum olmayan seyir teraları ile size unutulmaz zamanlar vadediyor.Sarı tramvayları, dik yokuşları, Fado müziğinin inanılmaz cazibesi ile tarih kokan sokaklarına doyum olmuyor. Gündüzü ayrı güzel gecesi ayrı güzel yedi tepeli şehir Lizbon..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder