7 Mart 2016 Pazartesi

Transilvanya

 
Çok sevdiğim arkadaşım sevgili Semra Bükreş'e yerleşince bir Romanya seyahati yapmamız mutlaka gerekli oldu. 23 Nisan zamanı gittiğimiz Romanya'nın Transilvanya bölgesi bizi karlı Karpat dağları ve serin bir hava ile karşıladı. Günün ilk ışıkları ile gezmeye başladığımız Sinaia, harika bir doğası olan ve Romanya Krallığı zamanında ülkenin başkenti olan yer. Sinaia'yı gezip, görmek istediğimiz Peleş Kalesi yolunu tutuyoruz. Peleş Kalesi ve sarayı krallığın yazlık sarayı olarak kullanılmış.

 
Peleş kalesinin içi antika mobilyalar, şövalyeler ve sanat eserleriyle dolu. Yemek odası, müzik odası, görüşme odası gibi odaları hayran kalarak geziyoruz.


 
Sinaia'dan Bran kasabasına doğru yol alıyoruz. Bu civarların en meşhur yeri, dünyadan çok turist çeken, bizim de Bran'a gelme sebebimiz; Bran Kalesi. Ama onu genellikle Kont Drakula Kalesi olarak biliyoruz. Yazar  Bram Stoker'ın kitabı  Drakula'da bahsedilen yer de burası. Kont Drakula hayali bir karakter olsa da gerçek hayattan Vlad Tepeş (Kazıklı Voyvoda) den ilham alındığı sanılmaktadır. Vlad Tepeş tarihe, yaptırdığı çok kanlı ve acımasızca işkenceler ile geçmiş, Macaristan Krallığından Eflak prensidir. 
 
 
Yeşillik içinde bulunan kalenin dış görünüşünü ben çok beğeniyorum. Gözlem kuleleri, zindanları, kuyuları ilgi çekici bir yer. İçerisinde Romanya Kraliçesi Marie'nin eşyaları ve işkence odası da bulunmakta.
 
 
Transilvanya bölgesi yemyeşil, dağlık ve tertemiz havası ile seyahat etmesi çok keyifli bir yer. Böyle keyifli yollardan geçerek Brasov'a geliyoruz. Gün bitmek üzere, şirin tarihi meydanda ki küçük otelimize yerleşiyoruz. Biraz dinlenip hem biraz dolaşıp hem de güzel bir restoran olan Sergiana restorana gitmek için dışarı çıkıyoruz. Sergiana restoran bir mahzeni andırıyor. Yerel kıyafetler giyen garsonlar bizi karşılıyor. Lezzetli Romen yemekleri yiyerek keyifli bir gece geçiriyoruz.
 
 
 
Sıcak bir güne uyanıp, Bükreş trenimize kadar Brasov'u geziyoruz. Tarihi meydan olan Piata Sfatului nin hemen yanında çok büyük olan Kara Kiliseyi (Biserica Neagra) geziyoruz. Avrupa'daki kiliselerin çoğunun girişi ücretsizken buranın ücretli olması bize tuhaf geliyor. Neyse ki Romanya hala kendi para birimi olan ve Türk Lirasına yakın değeri olan Lei kullanıyor.
 
Tampa dağında Hollywood yazısı gibi Brasov yazısı bulunuyor. Tampa dağına keyifli bir teleferik yolculuğu ile çıkıyoruz. İner inmez bizi karşılayan tabela, beni biraz ürkütse de ormanlık alanı geziyoruz. Her an karşımıza uyarıdaki gibi ayı, tilki, yaban domuzu ve yılan çıkabilir.
 
 
Avrupa'nın en dar sokağı ünvanını almış Strada Sforii yi görüyoruz. Gerçekten çok dar, iki kişi zorlukla yan yana durabilir.
 
 
 
Meşhur fırın Gigi'de bizim simidimize benzeyen Govrik ve Baniçka benzeri böreklerinden yiyip, Bükreş'e gitmek için tren istasyonuna gidiyoruz. Trenimiz Avrupa'nın diğer yerlerinde bulunan trenlerden biraz vasat ve yavaş. Güzel manzaralar eşliğinde yaklaşık 3 saatte Bükreş'e varıyoruz.
 
Brasov'un serin, sakin kasaba havasından sonra Bükreş bize daha sıcak ve kalabalık geliyor. Aslında,  ülkenin başkenti olan Bükreş 2 milyon civarı olan nüfusu ile çok kalabalık bir şehir sayılmaz.
 
 
Akşam saatlerinde sevgili arkadaşımız Semra ile buluşmamız ile çok keyifli saatler geçirmeye başlıyoruz. Bükreş sokakları çok hareketli ve ışıl ışıl. Şansımıza ışık festivali olan Spotlight Festival e denk geliyoruz. Binalar ışık dansları ile ortalığı hareketlendiriyor, araç trafiği kapalı, insanlar yollarda keyifle yürüyorlar. Bizde eğlenerek sohbet ederek geziyoruz. Sevgili Semra bizi güzel bir restorana götürüyor. Manuk hanı (Hanul lui Manuc) 1800lü yıllarda yapılan bir han, ortasında bir kuyu bulunan, çok yeri ahşap, otantik bir yapı. Burada yerel yemekler yiyoruz. Benim en çok mamaliga ve kaşkaval peyniri hoşuma gidiyor. Mamaliga ilk başta patates püresi sandığım fakat mısır unu ile yapılan bir lezzetli bir yiyecek.
 
Fotoğrafta, Odeon Tiyatrosunun önünde Atatürk Büstünü görebilirsiniz.
 
 
 
 
Yemekten sonra, Bükreş'in canlı gece hayatı bölgelerini geziyoruz. Havanın güzel olması ile barların dışına çıkan eğlence son hızlarında. Genç kızlar ve erkekler, özgürce, kimse kimseyi rahatsız etmeden eğlenebiliyorlar.
 
Ertesi gün daha sıcak bir güne uyanıyoruz. Kahvaltının ardından, park içerisinde açık hava Ulusal Köy Müzesi (Muzeul National al Satului) ni gezmeye başlıyoruz. Değişik mimarideki evler, bazı evlerin içlerindeki yöresel eşyalar bize çok değişik geliyor. Parkın içinde büyük bir göl de bulunuyor. 
 
 
Ardından Bükreş sokaklarını gezmeye başlıyoruz. Etrafı çiçekler ile süslenmiş Romanian Atheneum  bir müzik merkezi. Buraya yakın ve yeni açılmış olan French Revolution minik bir ekler pasta satış yeri. Renkli renkli eklerlerden zor seçim yapıp, dışarıda elimizde yiyoruz. Kesinlikle Paris'te yediklerimi aratmayacak lezzette.
 
Buradan çok büyük bir alana yayılmış, içinde göller, kafeler, restoranlar olan Cismigiu parkına gidiyoruz. Bol yeşil, her yer çiçek, kuş ve çocuk cıvıltılarının geldiği parkta keyifli zaman geçirip biraz dinleniyoruz.
 
Paristen esinlenilerek yapılan Zafer Takı,  Stavropoleos Kilisesi, Çavuşesku'nun meşhur sarayı Parlamento Sarayı gezdiğimiz diğer yerler.
 
Akşam yemeğimiz için Caru cu Bere isimli meşhur restorana gidiyoruz. Tarihi bina antikalar ile dolu. Romanya'nın çorbalarını çok seviyorum. Çorbanın yanında krema servis ediliyor. Çorbaya değişik bir tat veren kremayı ben çok beğeniyorum. Birde bizim lokma tatlımıza benzeyen Papanaşi isimli tatlıları var. Kızaran hamurun üzerine reçel dökülerek hazırlanmış. Yerel dansçılar yerel dansları sergiliyor. Yine dostlarımız ile harika, unutulmaz bir akşam geçiriyoruz.
 
 
Bizi gezdiren sevgili arkadaşım Semra Selim'e çok teşekkür ediyorum. Sevgili Bilan Vitanov Golemanov ile birlikle üçümüzün Üçlüyüz güçlüyüz grubu maceraları umarım daha da devam edecektir. :)
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder